Cemal Akkuş
  1. Gönderiler
  2. Yazarlar
  3. Yazılar
  4. SURİYE’DE SON GELİŞMELER ve BUNDAN SONRASI ÜZERİNE

SURİYE’DE SON GELİŞMELER ve BUNDAN SONRASI ÜZERİNE

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Komşumuz Suriye’de 15 Mart 2011’den itibaren devam eden iç savaş son bir hafta içinde yepyeni bir boyut kazanmıştır. Suriye halkının meşru ve insani demokratik taleplerine babası Hafız Esad’ın yöntemleri ile cevap veren Beşşar Esad ülkeyi ağır ve travmatik bir hüzne ve sonuca sürüklemiştir. Suriye halkı insanlık tarihin en ağır zulmüne maruz kalmış, resmi rakamlara göre beşyüzbinden fazla insan katledilmiş, milyonlarcası ülkemiz başta olmak üzere farklı coğrafyalarda göçmen durumuna düşürülmüştür.

Süreç içerisinde askeri kapasitesini mezhepçi bir anlayış çerçevesinde İran ve İran’ın vekalet savaşçıları ile tahkim eden Esad rejimi, hemen sınırımızda bir mezhep savaşının da fitilini ateşlemiştir. İran’ın yayılmacı anlayışı ile bütünleşen Esad Politikası, İran, Irak, Pakistan, Afganistan ve hatta Güzey Azerbaycan’dan oluşturduğu yapılarla Türkiye’nin sınır noktasına yakın alanlarda bir mezhepsel ordu teşekkül ettirmiştir. Diğer taraftan Esad ile örtük işbirliği içinde olan PKK/PYD, ABD tarafından yeni bir forma sokularak SDG çatısı altında akredite edilmiş ve 200.000 tırdan müteşekkil bir cephane ile askeri tehdit haline getirilmiştir. Aynı ABD, dünyanın başka bölgelerinde de, meşru mahalli direnişi yok etmek amacıyla kurduğu IŞİD tezgahını bu bölgede de kurmuş ve sürecin diğer bir agresif çatışma alanını inşa etmiştir.

Ülkemizin sınırlarında gerçekleşen bu sürecin yarattığı tüm etkilerden ülkemiz ilk ve doğrudan etkilenmiştir. Terör tehdidi ve terör saldırıları, sınır ihlalleri, sınır kaçakçılığı ve en önemlisi devasa insan göçü ülkemize çok büyük maliyetler ve sosyo-ekonomik zorluklar getirmiştir. Devletimiz bu ağır sosyal yükü tek başına üstlenmek zorunda kalmıştır.  Bu gayret insanlık tarihinin en hasbi ve mert tavrı olarak milletimizin kazanç hanesinde ilelebet duracaktır.

Son dönemde Gazze’de başlatılan soykırım sonrasında Kuzey’e göz diken İsrail ve ABD ittifakının, tahkim ettikleri SDG kapasitesine de ümit bağlayarak Kürt Kartı’nı açtıkları gözlenmiştir. Kuzey bölgesinden başlayarak adını Davut Koridoru koydukları bir sözde hat üzerinden SDG terör ordusu ile birleşme arzusunu açık ederek, ülkemize göz dağı vermeye başlamışlardır. Bu ve benzeri yaklaşımlara karşı ülkemiz tavizsiz bir yaklaşım ortaya koymuştur.

Devletimiz bu hassas gelişmeler temelinde sınır ötesindeki süreci hassasiyet içinde izlediği, gerektiği noktada vaziyet aldığı görülmektedir. Yıllardır eğitim ve kapasite desteği sağladığı Suriye Milli Ordusunun PKK ve PYD’ye ait olan bölgede gösterdikleri etkili operasyon milletimizi memnun etmiştir. Bunun yanında Suriye muhalefetinin oluşturduğu, milli diğer unsurların SMO işbirliği ile Halep’e yaptıkları baskın operasyon neticesinde Halep’in kurtarılması, ardından Tel Rıfat’ın alınması, ortak operasyon ile İdlib üzerinden Hama’nın yeniden alınması ve son olarak Şam’da noktayı koyması çok büyük memnuniyet ve şükür sebebidir.

SURİYE’DE YENİ DÖNEM

Tüm niyet okumalar, kadim komplo teorileri, konjoktürel yaklaşımlar, siyasi husumet odağında kurgulanmış senaryolar bir tarafa, 1970 yılından beri devam eden Esad yönetimi artık fiilen son bulmuştur. Bir diktatör devrilmiştir ve buna müdahil olan en önemli güçlerden biri Türkiye’dir.

Esad ve etrafındaki yapının başına gelenler, ihanet ile ve işgal güçlerine yaslanarak bir devletin yönetilemeyeceği gerçeğini onlar gibi düşünenlere de göstermiştir.

Gelelim sahadaki oyunculara… İran ve Rusya Suriye Muhalefet hareketini artık resmen tanımıştır. Rejim ile el ele vererek bölgede mezhep ayrışmasına dayalı bir yapıyı destekleyen, ilan ettiği esas düşmanı olan İsrail’e karşı hiçbir etkin mücadelede bulunamadığı gibi, en güvendiği yerde, kendi başkentinde suikastlere engel olamayan, vekalet savaşlarının artık bir karşılığının olmadığını ve sosyolojik bir tabana dayanmayan her girişimin başarısız olacağını görmüştür. İran ve Şii eksenli Pers yayılmacılığı sona ermiştir. İran’ın Akdeniz’e ulaşma hayali de son bulmuştur.

İran alandaki adamlarını ve maşalarını sağ salim bölgeden çıkartmanın derdine düşmüş, Rusya ise uzun emeklerle ele geçirdiği üsleri korumanın gerginliğini yaşamaktadır. Zira muhaliflerin, özellikle HTŞ grubunun içinde Rusya karşıtlığı ile öne çıkan Türk soyluların varlığı Rusya’yı daha da korkutmakta ve bölgede yaşanacak çatışmalardan endişe etmektedir. Zaten bu süreçte muhaliflerin olduğu bölgeleri sonuçsuz bir şekilde havadan bombalamak dışında birşey de yapamamıştır. Elbette tüm bu zor şartlar içinde bu süreçte Türkiye ile belli bir mevcudiyeti koruma karşısında anlaştığı da varsayılabilir. Bu yazıyı yazdığımız saatlerde Rus askeri birimlerinin Türkiye’nin yardım ve korumasıyla sahadan çekildiği bilgileri de tarafımıza ulaşmıştı.

Trump, Suriye bizim savaşımız değil. Müdahale edilmesin. akışına bırakılsın açıklaması ile kendisine sıçramadan bu ateşin sönmesine razı olduğunu beyan etmiştir. Doların rezerv para olmaktan çıkması tehdidi, beynelmilel sermayenin Çin’e kayması ve Çin’in artık en belirgin düşman haline gelmesi ABD’yi yeni güvenlik stratejileri belirlemeye mecbur bırakmaktadır. PKK/YPG ye bir rivayete göre en az 200.000 tır silah desteğinin arkasındaki motivasyondan kolay vazgeçmeyecektir. Ancak özetle ifade ettiğimiz gelişmeler sahada aktif varlığını da zor hale getirmektedir.

İsrail için zayıf ve istediği an istediğini yapabileceği zayıf bir Esed yönetimini tercih ediyordu. Güneyde Gazzelileri sürmek, Kuzeyde ise stratejik ortak olarak ilan ettiği Kürtler üzerinden maşası konumundaki PKK/YPG ile birleşerek Davut koridorunu oluşturmak hayalinden elbette asla vazgeçmeyecektir. Tam da bu sebeple Türkiye ve birlikte hareket ettiği yerel güçlerle Fıratın batısında yaptığı temizlik hareketini Fıratın doğusunda da yapması gerekmektedir. Önümüzdeki günlerde bu anlamda çok ciddi gelişmeler göreceğimizi ifade etmek ve temenni etmek durumundayım. YPG/PKK sözcülerinin sözde askerlerinin Kürt askeri değil, Suriye halkının askeri olduğunu söyleyerek son dönemlerin en büyük kıvırma harekatlarından birini gerçekleştirmiş olmaları, bu anlamdaki verileri pekiştirmektedir. İsrail, Suriye’ye karşı asla bir kara harekatına kalkışamayacak, kalkışsa da başarılı olamayacaktır.

SURİYE’DEKİ İÇ DENGELER

Esad’ın ülkeyi terk etmesiyle birlikte rejim unsurları hızla çözülmeye başladı ve birçok üst düzey yetkili muhaliflere teslim oldu. Muhalifler, bu geçiş sürecinde can güvenliği garantisi vererek bölgesel istikrarın tesisi adına önemli bir sorumluluk ortaya koydular.

HTŞ; Esat  rejimini  devirecek  kadar  güçlü olsa bile; Suriye’yi  birleştirip yönetemeyecek kadar  donanımsız  bir  topluluk. HTŞ şu an için sosyolojik tabanı olmayan bir yapı ancak rejimin etkisi ve rejimden katılacak güçlerle birlikte kendine taban bulabilir. HTŞ’nin sosyolojik taban oluşturma meselesi elbette çok önemli.

Muhammed Culani (Ahmet Hüseyin Şara) de Abdurrahman Mustafa da bu anlamda çok nitelikli bir profil çiziyorlar. Türk askerinin tedrisinden geçtikleri de bir gerçek.

Sonuç itibari ile HTŞ bizim İdlip’te 5 yıldır ortak çalıştığımız bir örgüt.

Askeri Operasyonun en öndeki vurucu gücünü  Türk Özel Kuvvetleri subayları tarafından yönetiyor. Türkiye bu kuvvetleri eğitip, donattı. Zaten Golani, rejim düştükten sonra HTŞ’nin kendisini fesih edeceğini, askeri kanadının Suriye Milli Ordusuna katılacaklarını, siyasi olarak geçici hükümet içine katılacaklarını açıkladı. Halep ve ele geçirilen yerlere Türk Bayrağının çekilmesinden hareketin Türkiye ye bakışının çok olumlu olduğunu da anlayabiliriz.Bir de yeni bir hükümetten bahsediliyor. “Biz ortamı hazırlayıp halkı özgürleştireceğiz. Bu, bizim amacımız, ötesinde bir hedefimiz yok” sözünü CNN’de ifade etti.

BM’nin kabul ettiği Suriye Geçici Hükümeti başkanı da uzun zamandır Türkiyede ve bir Türkmen. Türkiye’nin başından itibaren destek verdiği SMO ‘nun zaten bir tabanı var. Türkiye’deki göçmenlerin büyük kısmının Halep’ten geldiklerini de hesaba katarsak yeni dönemde yapıyı belirleyecek ana unsurların başında Türkmenler ve Türkiye’nin geldiği aşikar olacaktır.

NE OLABİLİR?Ortaya iki ihtimal çıkmaktadır. İlk seçenek, herkesin sadece lafını ettiği ama sadece Türkiye’nin samimiyetle destek verdiği tek, bütün, özgür Suriye. Zira Başta ABD ve İsrail olmak üzere bölgeyi karıştıran ülkeler aslında 3 ya da 4’e bölünmüş bir Suriye hayal ediyorlar. Böl, parçala, yut ya da yönet ilkesi onlar için değişmez bir strateji. Bu emellerine ulaştıklarında bir sonraki hedefin İran ve Türkiye olduğu muhakkak. Tam da bu yüzden Türkiye bu bölünmeye karşı. Şu ana kadar muhaliflerin ortaya koyduğu tavır da bu eğilimi destekliyor.

Burada ayrışma eğiliminde olacak tek grup Kürtler ya da onları temsil ettiğini iddia eden YPG/PKK. Onların akibetini de önümüzdeki günlerde beklediğimi Fıratın doğusunda yapılacak bir temizlik girişimi olacaktır.

Şu anda, fiziki bir bölünme ihtimali az gibi dursa da Suriye’nin birbirlerine söz geçiremeyecek  hakimiyet bölgelerine ayrılma ihtimali de bulunmaktadır. Eğer Türkiye bundan sonraki adımlarını aynı kararlılık ve devlet aklı ile atarsa bu ayrışma eğilimi yerel hakların artırılıp, yerel yönetimlerin güçlendirildiği bir yapı ile boşa çıkarılabilir.

Dillendirilen en kötü ihtimale gelecek olursak… Herşeye rağmen Suriye 3 ya da 4 e bölünürse, elbette o zaman Filistin’den Basra’ya uzanan bir Türkmeneli Cumhuriyeti’nin kurulması da gayet doğal ve karşı konulmaz bir hak olacaktır. Yani aslında her iki durum da Türkiye ve Türk millet lehine olacaktır. Ve bu durumu Türkiye’nin en başından itibaren ve her türlü zorluğa rağmen gerçekleştirdiği tutarlı duruş ve devlet aklı sağlamıştır.

MASADA KİM KAZANIR?

Biz bu yazıyı yayınlayana kadar bile sahada yeni gelişmeler olacak. Ama artık tüm bunların kısa sürede sonuçlanacağı ve Suriye’de yeni bir dönemin hayata geçeceği muhakkak. Kısa sure sonra masa başı görüşmeler başlayacak. Ve işte o zaman sahada üstünlük sağlayan Türkiye’nin masadaki hakimiyetini de görmüş olacağız. Uzun zamandır alandaki en güçlü istihbarat ağına sahip olan Türkiye masada da oyunu iyi kurarsa Suriye’de yeni, barışık, insan hakları ve demokrasiyi esas almış, yurttaşlarına eşit ve adil davranan bir yönetim kurulmuş olur. Bunun da garantörü Türkiye olur. Yıllardır sabırla baktığı, koruduğu, göğüs gerdiği milyonlarca Suriye vatandaşı yurtlarına döndüğünde bu yapının en sağlam taşları olacaktır.

Türkiye bu süreçten en büyük kazanan olarak çıkacak gibi görünüyor. Suriye’nin kuzeyinde oluşturduğu güvenli bölgeyi genişletecek ve derinleştirecek olan Türkiye, sınır güvenliğini garanti altına alırken, aynı zamanda yeniden imar sürecinde de lider aktör konumuna yükselecek. Rejimin çöküşüyle birlikte yaklaşık 5 milyon mültecinin ülkelerine geri dönmesi bekleniyor ve bu durum, Türkiye’deki ekonomik ve sosyal dengeleri önemli ölçüde rahatlatacak. Türkiye, bu yeni dönemde hem bölgesel liderliğini pekiştirecek hem de Suriye’nin yeniden inşasında söz sahibi olarak bölgedeki kalıcı istikrarın temelini atacak.

Türkiye’nin oluşturduğu güvenlik koridorunun sürdürüleceği ve bunun Suriye’nin toprak bütünlüğüne zarar vermeyecek şekilde planlandığı açıktır. Türkmenler, bu güvenlik hattında sadece Türkiye’nin stratejik çıkarlarını destekleyen bir unsur değil, aynı zamanda Suriye’nin birliği ve yeniden inşasında kilit bir aktör olacaktır.

FIRATIN DOĞUSU BATISI VE KÜRTLERABD ve İsrail’in bölgedeki en büyük maşaları ya da güçlerinin PKK/PYD olduğunu ifade etmiştik. Emperyalistler  100 yıldır  Kürtleri  veya  onların adına rol verdikleri  aktörleri  bu  oyun içinde büyütüp, yeri geldiğinde sahaya sürüyordu. Şimdi sahaya sürecekleri de Suriye Kürtleri olacak. ‘Sizin neden bir devletiniz yok’ sihirli cümlesinin arkasına sığınan bu güçler zaten aklını kullanmayan Kürtlerin mevcut aklını da başından almaya yetiyor. Böyle bir oluşumda kendilerinin daha çok nemalanacağı hayali ve sarhoşluğu ile bugüne kadar hiçbir zaman sahip olamadıkları devlet için her türlü kullanılışa açık hale geliyor.

Bu oyunu yine ve ancak aklı selim Kürtler bozacaktır. Ancak bir hocamın ifadesi ile Suriye Kürtleri değil Anadolu Kürtleri bozacaktır. Ülkemiz dışında 100 yıldır düşünme melekeleri engellenen Kürtlerin aksine Anadolu’da bu düşünce yetisine ve entellektüel birikime sahip, vicdan ve ahlak sahibi Kürt varlığı oldukça fazla. Aslında Bahçeli’nin yaptığı çağrı tam da buna yönelik.

Öte yandan Türkmenler, Araplar ve Kürtler dâhil tüm Suriye vatandaşları, PKK/YPG’nin bölücü politikalarına karşı birleşiyor. Türkiye’nin kararlı duruşu ve güvenli bölgenin Fırat’ın doğusunu da kapsaması ile birlikte örgütün bölgede hareket alanı tamamen ortadan kalkacak. PKK’nın Suriye’de kalıcı bir güç olma hayali, bir balon gibi patlayacak. Ayrıca, yerel Kürtler de artık PKK/YPG’ye sırt çevirmiş durumda. Yıllarca Kandil’den gelen unsurlar tarafından yönetilmekten ve kendi iradelerinin yok sayılmasından bıktıkları ortada. Yeni dönemde Kürtler, PKK’nın baskısından kurtularak barış ve istikrara destek verecektir.

Aksi taktirde Kürt toplumu da malesef emperyalist güçlerin de gayreti ile tarihten kaybolup gidecek, mağdur hayatlar artarak devam edecektir.

BİZDEKİ MUHALİFLER

İç muhalefete gelecek olursak… Birbirinden farklı siyasi kulvarlarda olmalarına rağmen Suriye konusunda hem fikir insanların temel yanılgısı tarihsel perspektif ve akıştan kopmuş olmalarıdır. Suriye’ye yapılmak istenenleri ve burada Türkiye’nin rolünü hala 2011 yılındaki yerden değerlendirenler, o günden bu yana Türkiye’de ve Dünya’da nelerin değiştiğini bile unutmuş durumdalar. Herşeyden önce aynı Suriye’yi bölmek isteyenlerin aynı gayret ve amaçla Türkiye’de bir darbe girişimi gerçekleştirdiklerini, başarısız olduklarını gözden kaçırıyorlar. Muhtemelen aynı siyasi iktidarın iş başında olması yanılgısı ile davranıyorlar. Halbuki 15 Temmuz öncesi ve sonrası Türkiye bambaşka güvenlik stratejileri ile hareket ediyor. Ve bu köklü değişiklik sadece Türkiye açısından değil, sahadaki diğer oyuncular için de geçerli. Bunların sebeplerini yukarda kısaca açıkladık.

Uluslararası ilişkilerde çıkar kesişmesi ve çatışmaları olağandır. Ancak bu durum, sahada meşru bir mücadele veren unsurların çabalarını karalamak için kullanılmamalıdır. Suriye muhalefeti, Esad rejimi ve İran destekli milislerin yarattığı zulme karşı, özgürlük, adalet ve insanlık onurunu savunmakta olanların meşru mücadelesi, spekülasyonlarla zayıflatılmamalı ve bölgesel dinamikler doğru bir çerçevede değerlendirilmelidir.

Sahadaki gelişmelere olumlu bakanları, ‘sebepleri, amaçları ve oyunları göremeyip sadece sonuçla ilgilenmekle’ suçlayanlar tam da düştükleri hatayı açık etmektedirler. Zira iyi niyetli olduğunuz ve çıkar hesapları ile değil insani kaygılarla hareket ettiğiniz de kimsenin beklemediği ya da hesap etmediği bu sonuçları yaratacak bir Allah’ı unutacak bilgiçliğe sahipler.

BOP, Arap Baharı gibi hikayenin temel ve başlangıç olgularına takılıp kalanlar ve değişikliğe açık olmayanlar, tüm analizlerini bu korku ile yapmaktadırlar. Sonuç ne olursa olsun bundan ancak Arap Baharı’nı başlatanların ya da Suriye’yi istikrarsızlaştırmak isteyenlerin memnun kalacağı vehmi ile öğrenilmiş çaresizliklerini tek çare olarak ifade etmekte ısrarcılar.

PKK-YPG’ye tırlar dolusu silah verenlerin, Fırat’ın doğusunda bir Özerk Kürt Bölgesi kuracakları, genişlemenin bile bir küçülme amacı güdeceği endişesi ile çaresizliğe gark olanlar, sahadaki bu ilerleyişi bile değneğin ucuna takılmış havuç olarak anlatıp mensubu olduğu milleti havuca aldanan merkep seviyesine indirme gafletinde bulunuyorlar.

Yumuşak Taliban, Cihatcı terör örgütü, eski IŞIDli… gibi Batı tarafından uydurulmuş ve tüm dünyaya yutturulmuş kavramlar ile kurgu yaptıklarının farkına varmayanlar, 61 yıldır devam eden ve Çin’in Doğu Türkistana yaptığı işkencenin beterini Suriye’de Türkmenlere, Sunnilere, Kürtlere Esad ailesinin yaptığını unutup, biat kültürü adı altında en yakınlarını tahkir etmekle meşguller.

Muhaliflerin ilerlemesini BOP projesinin parçası olarak görenler, yanıldık demek yerine şimdi de Şam’ın düşmesi en çok PKK/YPG’ye yaradı, en büyük alan onlara kaldı diyor. Halbuki onların da en büyük destekçisi rejimdi. Artık rejim yok. Ve bu maşaların ilk açıklaması askerlerimiz Kürtlerin değil Suriye halkının ordusudur oldu. Yakında onların da nasıl hakettikleri yerlere gideceklerini göreceğiz. Hadi devleti yönetenlere güvensizliğiniz var da biraz mensubu olduğunuz milletin ferasetine güvenin.

Toplumların kendilerini en güçlü gördükleri, hissettikleri zaman en zayıf oldukları zaman olabilir. Tarih boyunca her milletin, devletin elbette planları olmuştur, olmaya da devam edecektir. Ancak Allah’ın da planı olduğunu unutanlar, insanlar kendilerini değiştirmedikçe Allah’ın da toplumları değiştirici olmadığı gerçeğini de akıllarına getirmiyorlar.

Hayatları boyunca hiçbir riske girmemiş, devletten aldığı maaşın kesilmesi durumunda yaşayamayacağı korkusuyla büyümüş, ticaret yapmamış, aldığı maaş karşılığında da devletine hiç bir verimlilik katmamış olanlar aman ha büyümeyelim, yoksa elimizdekinden de oluruz korkusuyla kalplerimizi daraltan, ufkumuzu birilerine peşkeş çeken söylemlerine devam etmekteler. Tıpkı Kurtuluş Savaşı’ndaki mandacılar gibi emperyalistler karşısında Türkiye’nin hiçbir şey yapamayacağına iman etmiş olanlar kendi beceriksizliklerini milletimize genelleme gayretindeler.

Aynı korku ve acziyet eğilimlileri Kıbrıs’tan Bosna katliamına kadar bir çok olayda Türkiye’yi pasifize etmekte başarılı oldular.

Biz ise çok şükür iyi niyetli ve iyimseriz. Öyle olmaya devam ederken oyunlar karşısında da ‘Milletim Uyan’ demeye ve uyarmaya devam edeceğiz.

NELER YAPMALI?

Artık olan olmuştur. Biraz daha olacak. Fırat’ın batısında olan doğusunda da olacak. Bunlarla ilgili konuşma zamanı geçmiştir. Hatta bir kısmı bu konuşmalar devam ederken oluyor. Önemli olan bundan sonrası.

İnsani yardım, insani diplomasi, yeni yönetimin oluşmasında olumlu etki, bölgenin imar ve ihyası gibi konularda bize düşen nedir? Devlet üzerine düşeni yapıyor, yapmaya çalışıyor. Eksik gedik, doğru yanlış… Biz ne yapmalıyız? Şikayet ettiğimiz, sorguladığımız, olmasından korktuğumuz şeylerin olmaması için biz ne yapmalıyız? Sorgulamamız gerek ve hatta daha ötesi eyleme geçmemiz gereken şeyler bu minval üzere olmalıdır. Bunun dışındaki her yaklaşım dedikodudur.

Elbetteki konu burada kapanmamıştır. 100 yıl önce hiçbir sosyolojik dayanağı olmadan Suriye diye bir devlet çıkaranlar, Büyük Kürdistan ve Büyük Ermenistan söylemleri ile Büyük İsraili kademeli olarak gerçekleştirmeye çalışanlar durmayacak. Zira onlar bizim gibi günlük yorumların peşinde koşmuyorlar. İnsan hayatı ile sınırlı olmayan bir sabır ile emellerinin peşinde koşuyorlar. Belki de daha büyük bir mücadele başlayacak yakın zamanda. Ama bu büyük savaşa Türkiye artık daha güçlü, daha kendinden emin başlayacaktır.

Önemli olan Türkiye’yi tehdit eden PYD/PKK terör örgütünün ötelenmesi ve Türkmenlere, Türk dostu sünni Arap aşiretlerine eziyet eden zalim Baas rejiminin devrilmesi idi. Şükürler olsun, bütün bunlar gerçekleşmiştir. Önemli olan Suriye’de terör temelli bir devletin, bir rejimin kurulmasına engel olmaktır.

Bu yeni dönemde en önemli öncelik, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması ve tüm Suriye vatandaşlarının barış ve huzur içinde yaşayabileceği bir düzenin inşa edilmesidir. Türkmenler, Suriye muhalefeti içerisinde etkin bir şekilde yer alarak hem sahadaki mücadelede hem de siyasi süreçte önemli bir rol oynamışlardır. Halep gibi stratejik bir bölgede Türkmenlerin yönetimdeki güçlü varlığı, bölgesel dengelerin korunmasına ve diğer Suriye vatandaşlarıyla ortak bir geleceğin inşa edilmesine katkı sağlayacaktır. Türkmenlerin liderliğinde oluşturulacak bir yönetim modeli, etnik ayrışmanın önüne geçecek ve Suriye’nin yeniden yapılanmasında birleştirici bir güç olacaktır.

İnsani yardım, insani diplomasi, eğitim faaliyetleri ile Türkmenlerin yoğun yaşadığı yerlerde gıda, sağlık ve barınma ihtiyaçlarının karşılanması ve bunun Türkmenler dışındaki insanlara da şamil hale getirilmesi Türkiye’nin yapıcı etkisini güçlendirecektir.

Eğitim projeleriyle Türkmen gençlerinin liderlik kapasitelerinin artırılması, okulların yeniden inşası ve eğitim altyapısının geliştirilmesi gibi çalışmalar, kültürel ve sosyal projeler hem Türkmen kimliğinin korunmasına, hem de diğer Suriye vatandaşlarıyla ortak değerler üzerinden bağların güçlendirilmesine vesile olacaktır. Bu çalışmalar, Türkmenlerin Suriye muhalefeti içindeki mevcut etkinliğini pekiştirecek ve Türkiye’nin bölgedeki insani liderliğini daha da belirgin hale getirecektir.

Dünya var olduğundan beri can yanıyor, kan akıyor. Durdurmak iddiasında olan var mı? İlk olmadı, son da olmayacak. Düşman düşmanlığını yapacak. Akan düşman kanı olsun o halde.

Yeryüzünde fitne ve fesattan eser kalmayıncaya ve dinde yalnız Allahın dini oluncaya kadar iyi ile kötünün mücadelesi devam edecektir. Dönen alçaktır. Gök girsin kızıl çıksın. Rabbim tam da böyle zamanlarda imanımızı zayıflatan acaba fitnesinden bizi korusun.

SURİYE’DE SON GELİŞMELER ve BUNDAN SONRASI ÜZERİNE
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.

Giriş Yap

Yörük Türkmen Birliği ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!