Komşumuz Suriye’de 15 Mart 2011’den itibaren devam eden iç savaş son bir hafta içinde yepyeni bir boyut kazanmıştır. Suriye halkının meşru ve insani demokratik taleplerine babası Hafız Esad’ın yöntemleri ile cevap veren Beşşar Esad ülkeyi ağır ve travmatik bir hüzne ve sonuca sürüklemiştir. Suriye halkı insanlık tarihin en ağır zulmüne maruz kalmış, resmi rakamlara göre beşyüzbinden fazla insan katledilmiş, milyonlarcası ülkemiz başta olmak üzere farklı coğrafyalarda göçmen durumuna düşürülmüştür.
Süreç içerisinde askeri kapasitesini mezhepçi bir anlayış çerçevesinde İran ve İran’ın vekalet savaşçıları ile tahkim eden Esad rejimi, hemen sınırımızda bir mezhep savaşının da fitilini ateşlemiştir. İran’ın yayılmacı anlayışı ile bütünleşen Esad Politikası, İran, Irak, Pakistan, Afganistan ve hatta Güzey Azerbaycan’dan oluşturduğu yapılarla Türkiye’nin sınır noktasına yakın alanlarda bir mezhepsel ordu teşekkül ettirmiştir. Diğer taraftan Esad ile örtük işbirliği içinde olan PKK/PYD, ABD tarafından yeni bir forma sokularak SDG çatısı altında akredite edilmiş ve 200.000 tırdan müteşekkil bir cephane ile askeri tehdit haline getirilmiştir. Aynı ABD, dünyanın başka bölgelerinde de, meşru mahalli direnişi yok etmek amacıyla kurduğu IŞİD tezgahını bu bölgede de kurmuş ve sürecin diğer bir agresif çatışma alanını inşa etmiştir.
Ülkemizin sınırlarında gerçekleşen bu sürecin yarattığı tüm etkilerden ülkemiz ilk ve doğrudan etkilenmiştir. Terör tehdidi ve terör saldırıları, sınır ihlalleri, sınır kaçakçılığı ve en önemlisi devasa insan göçü ülkemize çok büyük maliyetler ve sosyo-ekonomik zorluklar getirmiştir. Devletimiz bu ağır sosyal yükü tek başına üstlenmek zorunda kalmıştır. Bu gayret insanlık tarihinin en hasbi ve mert tavrı olarak milletimizin kazanç hanesinde ilelebet duracaktır.
Son dönemde Gazze’de başlatılan soykırım sonrasında Kuzey’e göz diken İsrail ve ABD ittifakının, tahkim ettikleri SDG kapasitesine de ümit bağlayarak Kürt Kartı’nı açtıkları gözlenmiştir. Kuzey bölgesinden başlayarak adını Davut Koridoru koydukları bir sözde hat üzerinden SDG terör ordusu ile birleşme arzusunu açık ederek, ülkemize göz dağı vermeye başlamışlardır. Bu ve benzeri yaklaşımlara karşı ülkemiz tavizsiz bir yaklaşım ortaya koymuştur. Bir taraftan SDG odaklı tacizler sürerken; diğer taraftan da son dönemde Suriye rejim güçleri ve (İran, Rus destekli) milis grupların İdlib’e yönelik saldırıları sonucunda 30’un üzerinde sivil hayatını kaybetmiş, 100’den fazla kişi de yaralanmıştır. Son olarak bir Kuran kursuna düzenlenen saldırıda üç çocuk hayatını kaybetmiş, bir kısmı ağır olmak üzere onlarca çocuk yaralanmıştır.
Yaşanan bu saldırılar üzerine, Suriyeli muhalif gruplar atışların geldiği bölgelere yönelik Halep istikametinde sınırlı bir operasyon başlatmıştır. Muhalif grupların başta sınırlı olarak planladığı bu operasyon, rejim unsurlarının bulundukları bölgelerden kaçmaya başlamaları ile genişlemeye yol açmıştır.
Halep’e doğru başlatılan bu operasyon ile Türkiye, İran ve RF garantörlüğünde yapılan görüşmelerde üzerinde mutabık kalınan ancak, 2019-2020 yılında Suriye rejimi ve destekçileri tarafından yapılan operasyonlar nedeni ile muhaliflerin aleyhine ihlal edilen İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi’nin (IGAB) 2019’da üzerinde uzlaşılan sınırlarına ulaşması hedeflenmiştir.
Bu dönemde rejim güçleri ve milislerinin İdlib’in tamamını ele geçirme çabaları, Türkiye’nin doğrudan müdahalesi ile engellenmiştir.
Devletimiz bu hassas gelişmeler temelinde sınır ötesindeki süreci hassasiyet içinde izlediği, gerektiği noktada vaziyet aldığı görülmüştür. Yıllardır eğitim ve kapasite desteği sağladığı Suriye Milli Ordusunun PKK ve PYD’ye ait olan bölgede gösterdikleri etkili operasyon milletimizi memnun etmiştir. Bunun yanında Suriye muhalefetinin oluşturduğu, milli diğer unsurların SMO işbirliği ile Halep’e yaptıkları baskın operasyon neticesinde Halep’in kurtarılması, ardından Tel Rıfat’ın alınması, ortak operasyon ile İdlib üzerinden Hama’nın yeniden alınması ve son olarak Şam’da noktayı koyması çok büyük memnuniyet ve şükür sebebidir.
Özellikle bir Türk şehri olan barış yurdu Halep’in alınması bizlerde çok büyük bir memnuniyet var etmiştir. Halep kalesine asılan bayrak yıllardır özlemini beklediğimiz büyük bir bahtiyarlıktır.
Sn. Cumhurbaşkanımızın Türk Devlet Başkanı olarak ‘İdlib, Hama ve Humus’ tan sonra muhaliflerin asıl hedef olan Şam yürüyüşü umarız kazasız belasız tamamlanır. Biz de bunun gerek istihbarat gerek bütün medyadan takibini yapıyoruz. Esed’e yaptığımız çağrı ne yazıkki olumlu karşılık bulmadı.’ açıklamasını çok değerli buluyoruz. Sn. Cumhurbaşkanımız bu açıklaması ile Türk Devlet Teşkilatının meseleye bakışını ve demokratik bir Suriye arzusunu ibraz etmiştir.
Biz Türk Dünyası Yörük Türkmen Birliği olarak devletimizin kurmay ve muharip aklı ile yönettiği püskürtme harekatını tüm boyutları ile görüyor ve benimsiyoruz. Suriye’nin Türkmen kardeşlerimiz başta olmak üzere tüm Suriye halkının güven ve huzur içinde yaşadığı bir ülke olması en büyük arzumuzdur. Esad ve etrafındaki yapının başına gelenler, ihanet ile ve işgal güçlerine yaslanarak bir devletin yönetilemeyeceği gerçeğini onlar gibi düşünenlere de göstermiştir.
Sadece Fırat’ın Batısının değil, Doğusunda da aynı gayret ve hassasiyetle terör unsurları ve emperyalist maşalarından temizleneceğine inanıyoruz. Türkiye’nin garantörlüğünde yepyeni bir Suriye, sadece Türklerin değil, bölgede tüm halkların güven içinde ve insani ölçülerde eşit olarak yaşamalarının zemini olacaktır.
Devam eden savaşa rağmen içerde ve dışarda sağlam duran, prensiplerinden ödün vermeyen devletimiz, tıpkı kurtuluş savaşındaki mandacılar gibi bölgedeki büyük güçler karşısında acziyet içinde kıvrananlara da, boş hayallerle modası geçmiş sloganlar atanlara da Türk Milletinin kadim devlet bilincini hatırlatmıştır. Bu hassas süreci sabır, teenni ve yeri geldiğinde kurmay bir zeka içinde yürüten devletimiz ile gurur duyduğumuzu ilan ve ibraz ediyoruz..
Yaşasın aziz Türk milleti, yaşasın özgür ve tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti…